Ötüken Ormanından Ayrılmayın! ( Bilge Kağan)

24 Mayıs 2016 Salı

Baideng Muharebesi

Baideng Muharebesi ;
Tarih;MÖ 200 , Bölge; Datong,Şansi-Çin , Taraflar; Mete Han-Han Hanedanı
MÖ. 200 yılında Hun Türkleriyle Çinliler arasında yaşanan en önemli ve en ünlü çarpışmalardan birisidir. Orta Asya bozkırlarından Çin'e doğru akınlar olmakta ve Çinlilerle Hunlar arasında sürekli küçük çatışmalar yaşanmaktaydı. MÖ 221'de Çin'de siyasi birlik sağlandı ve MÖ 206 yılında Han Hanedanı iktidara geldi. Bozkırda ise MÖ 209'da Hun yabgusu Mete birkaç yıl içinde bozkır birliğini kurmuştu. MÖ 200 yılına gelindiğinde ise küçük çaplı çatışmalar yerini büyük bir savaşa bırakacaktı.

Savaş Öncesi Neler Yaşandı?
İç savaşı bitiren İmparator Liu-pang/Gao-zu daha önce General Meng-tien tarafından inşa edilen kuzey savunmasını güçlendirmeye başladı. Diğer yandan Hunlar ise iç savaştan yararlanarak aşılması zor Gobi Çölü'nün güneyinde üsler ele geçirmişti.
Mete Han henüz yeni kurduğu ordusunu alarak Çin sınırına geçti. Gerçekleştirdiği harekat basit bir yapma gibi görünüyordu , ancak gerçek bir taktik ustası olan Mete'nin asıl amacı kendi halkına, göçebelere ve Çinlilere göz dağı vermekti. Elde edilecek ganimetle hem devletinin diğer boy beylerinin sadakatini temin edecek hem onları gücüyle korkutacak hem de Çinlilere aba altından sopa göstermiş olacaktı.
Çin İmparatoru Liu-pang/Gao-zu ise Mete'nin bu hareketine karşılık vermeyi kararlaştırdı.

Hunların Çin İçlerindeki Saldırıları ;
Mete maceraperest görünümünün altında temkinli bir stratejistti. Çin içlerine kadar girip tuzağa düşmemeye dikkat ediyordu.Çin'in kuzey savunmasındaki en önemli nokta olan Mai Kalesi'ni kuşattı. Kaleyi savunan kişi İmparatorun akrabası Han Hsin'di. Prens Çin'den gelecek yardımdan ümidini kesince Mete'ye teslim oldu. Mete ise amacına ulaşmış ve İmparator Liu-pang/Gao-zu'yu kışkırtmayı başarmıştı. İmparator ise Hunları yenmek üzere dev bir ordu kurarak kuzeye hareket etti.
Bunun üzerine Mete Han ordusunu dağlara çekti , bir yandan sağa sola saldırarak Çinlilere ait bölgeleri yağmalıyordu. Düzensiz bir yağmacı izlenimi oluşturarak İmparator'un kendisini takip etmesini sağladı , aslında başından beri yaptığı şey Çinlileri tuzağa çekmekti.

Savaşta Kullanılan Taktikler ;
Hun ordusunun tamamı süvarilerden oluşuyordu. Orta Asya içlerindeki karasal iklimden geldikleri için soğuğa alışık ve hazırlıklıydılar. Eldivenleri ve kış elbiseleri vardı. Çin askerleriyse halktan devşirilmiş piyadelerdi ve yüksek dağlarda Hunları kovalarken soğuğun pençesine düştüler. Binlerce Çinli okçunun parmakları dondu. Çin askeri gücü büyük zarar görmüştü. Bu Mete'nin kurduğu tuzağın ilk parçasıydı.
Mete süvarilerini hızla geri çekerek ''Çinlilerin elinden kaçtığı'' izlenimini verdi. İmparator Hunların gitmesine göz yummayacağı için yanına yalnızca hızlı birliklerini alarak Hunların peşine düştü. Çin ordusu ikiye bölündü.


Savaş Meydanı ve Kuşatma ;
Geri çekilmekte olan Mete aniden durup Çinlilerin üzerine saldırdı. Çinliler bu beklenmedik hamle karşısında afalladılar. Baideng Kalesi önünde karşılaştılar ve ağır bir yenilgiye uğradılar.
Baideng Muharebesi Türkler tarafından kullanılacak olan ''Sahte Geri Çekilme'' taktiğinin ilk örneğidir.
Çin İmparatoru aldığı yenilgiden sonra hızla kaleye çekildi. Birliklerini toplayıp yeniden saldırmayı düşünüyordu fakat Hunlar fırsatı kaçırmayarak kalenin etrafını sardı. Mete ordusunu 4 tümene ayırıp kalenin tüm çıkışlarını tuttu.
Orduların mevcutları belirsizdir. Çin ordusunun tümünün mevcudu 300.000'in üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. Ancak İmparatorla beraber kalese sıkışan öncü birliklerin sayısı bilinmemektedir. Hun ordusunun nüfusu ise 20.000 ile 40.000 arasında olduğu düşünülmektedir.

Yaşanan Savaştan Sonra Anlaşma ;
Kale kuşatması 7 gün sürdü. İmparator köşeye sıkışmış ve tüm şartları kabul etmeye razıydı. Hunların manevra ve taktik kabiliyetlerini gördüğü için yeniden savaşmaktan çekindi ve barış önerdi.
Çinli tarihçilere göre Çinlilerden Hediyeler alan Metenin karısının etkisiyle Mete Han barış teklifini kabul etmişti. Ancak Mete'nin barış teklifini kabul etmesinde başka bir sebep var. Büyük deha Mete Çinlilerin içlerine korku salmıştı. Kendi gücünün farkındaydı. Çin Birliklerinin yardıma gelmesinden dolayı kuşatmayı uzun süre devam ettiremezdi. Mete bir avuç orduyla Çin'i işgale kalkışmayacak kadar gerçekçi bir liderdi. Sonuç olarak barış teklifini kabul etti.
Mete Han psikolojik yıpratma tekniğini ustaca uyguladı. Antlaşmadan sonra İmparator'un kaleden çıkmasına izin verdi. Çinlilerin geçeceği yolun iki yakasına askerlerini yerleştirip okları İmparator'a çevirtti. Liu-pang/Gao-zu bu korkuyu hayatı boyunca unutamayacak ve daha sonraki yıllar Mete'nin tüm tehditlerine boyun eğecekti.
Mete daha sonra da Çin'e akınlar düzenleyip düşmanın yüreğindeki korkuyu tazelemeyi de unutmadı. Çinliler Meye hayatta olduğu sürece antlaşmaya uydular. Hunlara hediye adı altında yıllık vergi veriyor , kuzeydeki ticaret ve savunma bölgesini Hunlara bırakıyorlardı.


Hun süvarileri atlarının rengine göre dört bölüme ayrılmış ve her biri dağı(Kaleyi) dört bir yönden kuşatmışlardır. Çin kaynakları bu kuşatmayı anlatırken doğuda ''kır'' , güneyde doru(Al-Kızıl) , Batıda ''beyaz'' ve kuzeyde ''Yağız''(siyah) atların bulunduklarını belirtirler. Eski Türklerde renk , renklerin anlamı, renklerle tabiat ve din ilişkilerinin kuruluş biçimleri , estetik açıdan öncelikli tercihler , yer yön meselesi , nevruz ve renk ilişkisi gibi renklerle ilgili konuların oldukça derin bir kökeni mevcuttur.

Baideng Muharebesi sonunda her yıl belirli ölçüde vergi ve ipek kumaş, pirinç ve gıdalar gönderilmesi şartıyla yazılı bir anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşma W.Eberhard'a göre ''Doğu Asya'da müstakil ve müsavi sayılan iki büyük devletin arasındaki ilk mukavele'dir''

Xiongnu (Hsiung-nu [Hun]) Monografisi (94A)
Han Hanedanlığı Tarihi Hun Monografisi
3753/


Bu sırada Han (hânedânı, ülkedeki) düzeni henüz sağlamış ve Han Wang Xin'i [Han Wang Hsin], Dai'ya [Tai] gönderip Mayi'de yerleşmişti. Xiongnular büyük (bir) saldırıyla Mayi'yi kuşatınca Han Xin, Xiongnular'a teslim olmuştu. Xiongnular, Xin'i ele geçirdikten sonra askerleriyle güneye doğru yönelerek Gouzhu ([Kou-chu] dağını) aşıp Taiyuan'e [T'ai-yüan] saldırmışlar, Jinyang [Chin-yang] önlerine kadar gelmişlerdi. (Bunun üzerine İmparator) Gaodi [Kao-ti], bizzat komuta ettiği askerleriyle karşı saldırıya geçmişti. (Ancak) kışın dondurucu soğuğu ve yoğun kar yüzünden iki veya üçünün (donan) parmakları düşmüştü. Bunun üzerine Modu [Mo-tu], yenilip kaçıyormuş gibi yaparak Han askerlerini üzerine çekmişti. Han askerleri Modu'yu kovalayarak saldırıya geçince, Modu en iyi askerlerini saklayıp zayıf ve güçsüz olanları göstermiş; bunun üzerine Han ordusu bütün gücüyle çoğunluğu yaya olan 320.000 kişi ile kuzeye doğru (Xiongnular'ı) izlemeye başlamıştı. (İmparator) Gaodi (kendi askerleriyle) önceden Pingcheng'a [P'ing-ch'eng] varmış olduğu halde yayalarının henüz tamâmı gelmemişti. Modu, sayıları 300.000'i aşan seçkin atlı ordusunu (İmparator) Gaodi'nin üzerine salarak (onu) Baideng ([Pai-teng] dağında) kuşatmıştı. Yedi gün boyunca (kuşatma) içindeki ve dışındaki Han askerleri birbirlerine yardım edememişler ve yiyecek gönderemişlerdi. Xiongnu atlılarının, batıda olanlarının hepsi kır, doğudakilerinin hepsi gökyüzü renginde (yeşil-mâvi), kuzeydekilerin hepsi yağız, güneydekilerin hepsi doru atlılardan oluşmaktaydı. (İmparator) Gaodi, ayrılık yaratmak için (gizlice) Yanzhi'ya [Yen-chih, Hun yöneticisinin baş eşi] elçiyle birlikte cömertçe hediyeler yollamış, Yanzhi da Modu'ya şöyle demişti:

"İki yönetici birbirlerine zorluk çıkartmamalı. Bugün Han topraklarını ele geçirseniz (bile), Chanyu [Ch'an-yü, Hun yöneticisi], (siz) sonsuza kadar buralarda oturamazsınız. Ayrıca Han yöneticisinin (koruyucu) ruhları da vardır. Chanyu! Bunu da hesâba katmalısınız."

Modu, (kendi tarafına geçmiş olan) Han (Wang) Xin'in generallerinden Wang Huang ve Zhao Li [Chao Li] ile buluşmayı kararlaştırmıştı. Ancak, (bu iki generalin) askerleri uzun süre
3754/ gelmeyince (Modu, onların) Han ile işbirliği yapmış olmalarından şüphelenmiş ve Yanzhi'nın sözlerini de dikkate alarak kuşatmayı (bir) köşeden çözmüştü. Bunun üzerine (İmparator) Gao Huangdi [Kao Huang-ti], bütün askerlerine oklarını dışa, düşmana doğru hedeflemelerini emretmiş ve açılan boşluktan doğruca dışarı çıkarak esas ordu ile birleşmişti. Modu da ordusunu geri çekip uzaklaşmıştı. Aynı biçimde Han (yöneticisi) askerlerini alarak savaşmaktan vazgeçmiş ve Liu Jing'in [Liu Ching] heqin [ho-ch'in, evlilik yoluyla uyum] antlaşması yapmak üzere (Xiongnular'a) göndermişti.

-----
Türk boyları, bulundukları coğrafyaya en yakın güç olan Çinliler ile tarihleri boyunca mücadele ettiler. O döneme kadar Hunlar, varoluşlarını korumak için Çin'le savaşmışlardı. Hun İmparatorluğunun kurulmasıyla birlikte bu savaşlar varoluş mücadelesinden hakimiyet mücadelesine döndü.

Mete, sahip olduğu liderlik vasfı ve esaret döneminin de etkisiyle güçlenerek büyük bir ordu kurdu ve M.Ö. 209 yılında babası Teoman’ı, üvey annesi Yenşi ve kardeşini öldürüp hükümdarlığı ele geçirerek Hun İmparatorluğunun ikinci ve en büyük kağanı oldu. 

Mete, önce babası Teoman’dan toprak talebinde bulunan doğu komşuları Donghu üzerine yürüdü ve ağır bir darbe vurarak antlaşma yaptı ve Donghu ları vergiye tabi tuttu. M.Ö. 208 yılında ise tamamen hakimiyeti altına aldı. Donghu’lardan sonra Kuzey Moğolistan bölgesinde yaşayan Tunguzlarıda hakimiyeti altına aldı. M.Ö. 177-165 yılları arasında ise gençlik yıllarında esareti altında bulunduğu Yüeçilerin üzerine seferler düzenledi. M.Ö. 203 de, Çinden sonra en büyük tehdidi oluşturan Yüeçileride mağlup ederek topraklarına kattı. İpek yolunu kontrolü altına aldı. Daha sonrada Ordos bölgesine hakim olmaya çalışan Tahin Türklerini yenerek bölgedeki hakimiyetini güçlendirdi. Bu hakimiyetten sonra bölgede hakimiyetine almadığı tek yönetim olan Çin kaldı. Yeni hedef olan Çinin üzerine sürekli ve yoğun seferler düzenleyerek Altın Nehir bölgesindeki Çin kalelerini egemenliği altına aldı. Bu zaferlerle sonradan Hunlara büyük gelirler getirecek önemli ticaret yollarının kontrolünü eline geçirmiş oldu.

 M.Ö. 206 da Han Hanedanı  iktidara geldi. Bu dönemde Mete de bozkır birliğini kurarak bölgedeki hakimiyetini kesinleştirdi. Artık Çin ve Hun arasında çok büyük bir savaşın çıkması kaçınılmaz hale gelmişti. Çin Han hanedanı, Hunların üzerine 320 Bin kişilik devasa bir orduyla yürümeye karar verdi. Çin tarih kaynakları bu savaştan uzunca söz eder. Zira tümüyle Süvari birliklerinden oluşan Hun ordusu, sayıca az olmalarına karşın yüksek askeri teknikler ve stratejiler uygulayarak ordunun başındaki Han’ında başında bulunduğu Han Ordusunu büyük bir yenilgiye uğrattı. Bu savaş tarihe Baideng muharebesi olarak geçmiştir. Bu savaşın sonucunda Hunlar, Çin Hanedanlığını hem kuzey bölgesindeki geniş topraklara sahip olmuş hemde yüksek vergiye bağlayarak Çine tarih boyunca üzerlerinden atamayacakları Hun (Türk) korkusunu yaşatmıştır. 

-----




Yararlanılan Kaynaklar;
Hunlar, Gumilev
https://tr.wikipedia.org/wiki/Baideng_Muharebesi
https://www.uludagsozluk.com/k/eski-t%C3%BCrklerde-renk-ve-y%C3%B6n-anlay%C4%B1%C5%9F%C4%B1/
https://www.uludagsozluk.com/k/pai-teng-ku%C5%9Fatmas%C4%B1/
http://forum.hunturk.net/baideng-savasi-2382.html
http://www.turktarihim.com/Hun_%C4%B0mparatorlu%C4%9Funun_Kurulu%C5%9Fu.html







14 Mayıs 2016 Cumartesi

Sultan Baybars


                                    Sultan Baybars ; 
        Baybars annesi ve babası Moğol baskınında öldürülmüştür. Moğollar tarafından Sivas'ta , Doğu Romalı esir tacirlerine satılmıştır. Eyyübi köle tacirleri geldikten sonra Baybars'ın başında pazarlık yapılmış ve doğuştan gözünde leke olduğundan dolayı bedava denilecek bir miktara (40 Dinar'a) satın alınmıştır. Ardından Ravza Adası'na götürülmüştür. Yavuz Sultan Selim'in de 8 ay kaldığı yerdir. Ravza Eyyübilerin Enderun Mektebidir. Orada eğitilip ve yetiştirilmiştir. Sadece kılıç sallayan bir cengaver değil aynı zamanda savaşlarda bir nevi strateji uzmanı olarak görev yapmıştır. 

                 Kıpçak Baybars'ın Hükümdarlığında;

       El Melük-ül Zahir Sultan Rükneddin Baybars on sekiz yıl Mısır tahtında kaldı. Sultan olarak ilk uygulaması Moğol saldırıları nedeniyle Kutuz'un koyduğu ek vergileri kaldırarak halkın rahatlamasını sağlamak oldu. Daha sonra hilafet merkezini Bağdat'tan Şam'a naklederek halifeliği , sembolik yetkileri olan dini bir kurum haline getirirken halifeliği büyük ölçüde siyasetten ayırdı. Aybek ve Kutuz döneminde dağıtılan Bahri Memlükleri yeniden toplayarak onları eski güçlerine kavuşturdu. Bilgi akışını kolaylaştırmak için eğitilmiş güvercinlerin kullandığı sistemli bir posta örgütü ile birlikte geniş bir istihbarat ağı oluşturup , iç güvenliği sağladıktan sonra yeniden dış siyasete yoğunlaştı. Bu bağlamda Moğollarla tam 10 kez savaştı.Her seferinde onlara ağır kayıplar verdirirken , son olarak Anadolu'da Müslümanların yardım istemesi üzerine Akçaderbendi aşıp , girdiği Elbistan Ovasında Moğol Ordusunu imha ederek , onları İslam Dünyası için bir tehdit olmaktan çıkardı. 
         Moğolları etkisiz hale getirdikten sonra , yüzyıldan fazla süredir İslam topraklarını işgal eden Haçlılar üzerine 20 sefer düzenleyerek Kayseri'ye, Arsui Şekif , Safad , Antakya , Hısn-ül Ekrad , Adana , Kozan , Misis , Ayas ve Tarsus gibi işgal altındaki İslam topraklarını kurtarmıştır. Baybars çalışkan ve enerjik bir hükümdardı. Ülkesinin önemli dış sorunlarını yoluna koyduktan sonra uzun savaşlarla yıkıma uğrayan beldelerde büyük bir imar faatliyeti başlatarak yollar,köprüler,hastahaneler inşa ettirdi. Mısır'ın manevi lideri konumundaki Hızır Baba'ya ikta vererek onu ve dergahını devamlı bir gelire kavuşturdu. Uluslararası ticareti geliştirmek adına kervansaraylar yaptırıp , sağlam menzil örgütleri kurdu. Açtırdığı medreselerde bilim ve düşünce hayatının gelişmesini sağlayarak , hukuk devleti anlayışının yerleşmesine çalıştı. Mısır ve Suriye onun saltanatında en parlak yıllarını yaşadı. 1277'de rahatsızlanarak öldüğünde 54 yaşındaydı. (Orhan Yeniaras/Baybars - Kölelikten Sultanlığa)
(Sultan Baybars-Kölelikten Sultanlığa / Orhan Yeniaras)


               İslam Dünyasında Paralı Askerler ;
         Henüz 674 yılında Basra Valisi'nin emrinde , Buhara'da ele geçirilmiş 4000'e yakın Türkten oluşan okçu birliğinin askeri yeteneği ve üstünlüğü kısa sürede anlaşıldı. İlk Abbasi döneminde bile orduda güçlü şekilde Horasanlılar bulunmaktaydı. Araplar ve İranlılar İslamiyet için savaşmak istemiyorlardı. Dolayısıyla savaşçılara ihtiyaç vardı. Böylece Türk göçü 8. ve 9. yy'da artmaya başladı. Böylece Türkler devlet yönetiminde önemli yerlere gelmeye başladılar.  9. yy'da imparatorlukta paralı askerler arasından çıkarak kendini gösteren Türk asıllı kişilerin sayısı arttı. Çünkü el-Mansur döneminden itibaren ve daha sonra halefi el-Mütasım(833-842) döneminde bu paralı askerler her yerde hazır ve nazır durumuna gelmişti. Adları Memluktu.
          Arapçada memluk ''Doğru Afrika kökenli siyahi kölelerin tam tersine , kimi zaman asker olarak hizmet etmiş  , ama özellikle de ev işlerinde kullanılan uşak ya da hizmetçiyi ya da daha çok güney Irak'taki büyük şeker kamışı tarlalarında çalıştırılan beyaz köle köylüler''i anlatmak için kullanılan bir sözcüktü. Burada Türkler karşımıza köle olarak çıkmaktadır.  ''En yakışıklıları ve en güzelleri , tümünün en iyileri'' olan Türk Köleler Horasan'dan Bağdat'a en çok arananlardı. Fiyatları 150000-200000 dirheme kadar çıkıyordu. İbn Havkal ''Dünyanın en pahalı köleleriydiler'' der. Bu köleler kısa sürede devletin vazgeçilmez dişlileri konumuna geldiler. ,Ardından ise köle asker olarak girdikleri devletin gerçek hakimi oldular. (Jean-Paul Roux , Türklerin Tarihi sf 180..)



                 Mısır ve Suriye'nin Durumu ;

         Eylül 1259'da Hulagu Suriye'ye gitmek üzere İran'dan hareket etti. Öncü olarak Kit-Buga'yı göndermişti. Nusaybin'i ele geçirdi. Urfa ve Harran teslim oldu. Halep kuşatıldı ve düştü. (12 ocak 1260 ) Korku içerisinde Suriye direnişi bıraktı.Hama hemen teslim oldu. Şam işgal edildi. İslamiyet sonunun geldiği izlenimini veriyordu. Geri yok denecek bir tek Mısır kalmıştı. 
        Memluklar uzun süredir Mısır'a hizmet etmekte ve birinci derecede rol oynamaktaydılar. Ama 8.yy'ın başında Salahaddin'in halefleri Eyyübi Sultanları döneminde sayıları çok artmıştı. Bu Türk askerleri , Ravza Adasında(Bahr el Nil) seçkin ve iyi örgütlenmiş bir birlik oluşturmuşlardı. Bu nedenle bu askerlere Bahriler deniliyordu. Bu askerler eskiden olduğu gibi daha sonraki tarihte de olacağı gibi özellikle Harezm ve Kıpçak kökenli Türklerdi
        1215 yılında Avrupa , Nil'in aşağı vadisinin İslamiyetin merkezi ve beyni olduğunu , Kudüs Krallığını kurtarmak için bunları yenmenin gerektiğini anlamıştı. 5.Haçlı seferinin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından , Aziz Louis Eyyübiler Mısırına saldırmaya karar verdi. 6 Haziran 1249'da Dimyat'a vardı. Ordusu açlık,veba ve Mısır askerleri karşısında perişan oldu , ordunun tamamı esir alındı , kral da zincire vuruldu.(6 Haziran 1250) Ama bu Eyyübiler'in zaferi değildi.Mısır'da artık Eyyübiler bulunmayacaktı. Bu bir Memluk zaferiydi. Aybeg , 2 Mayıs 1250'de yaptığı darbeyle iktidara geldi ve eylemini meşrulaştırmak için son sultanın oldukça faal ve bir o kadar da korkutucu olan dul eşiyle evlendi. Bu kadın 1259'da onu öldürttü ve 3 gün sonrada kendisi öldü. Yerine Harezm'li Türkmen köle Kutuz geçti. Aynı yıl Hülagu Suriye'de büyük başarılar gösteriyordu. Moğol , koruması altına girmesi için Mısır'a bir ültimatım verdi. Kutuz bunu reddetti ve , ültimatımu getiren elçiyi öldürdü.
        Kutuz Filistin'e hareket etti.Gazze'deki küçük moğol kuvvetlerini ezdi. Mısırlılar 3 Eylül 1260 tarihinde Kit-Boğa komutasındaki Moğol ordusuna yetişerek onları yendi. Böylece bir günde Fırat'a kadar bütün Suriye'yi kurtardılar. Ayn Calut , insanlığın geleceğinin belirlendiği yerlerden birisi olmuştur. Yarım yüzyıldan veri , yeryüzünü titreten Moğollar ilk kez yenilmişlerdi. Moğollar bu savaşla Mısır'ı fethetme şansını yitirmişlerdi. Daha sonra tüm çabalarına rağmen Moğollar bir daha burada başarı elde edemeyeceklerdi. Memlükler bu zaferle büyük bir saygınlık kazandılar. İslam Dünyasında Türk adı farklı yankılar uyandırırken artık Türkleri göklere çıkaran sesler yükseliyordu. Kimse dünyaya yayılmış Türk varlığının bir ürünü olan bu zaferi Araplara ya da Mısırlılara mal etmedi. O sırada Memlük Devletinin Türk sözcüğünün Arapça çoğulu olan Etrak sözcüğü kullanılarak ''Devlet ül Etrak''(Türklerin Devleti) olarak anılmaktaydı. 
        Zafer kazanmış ordunun Kahire'ye dönüş yolunda , söz konusu zaferleri kazanan Kıpçak kökenli Memlük komutanı Baybars , Kutuz'un önce elini öpmüş , sonra da onu devirmiştir.(25 Ekim 1260)
Baybars'la birlikte Abbasi Halifelerinin soyundan gelen , Moğollar tarafından kaldırılan halifeliği yeniden tesis edecek , Türk Fatihi Yavuz'un Halifeliği alana kadar , Halifelik Memlükler'de kalacaktır. Baybars (1260-1277) Her açıdan büyük bir hükümdar , Türk Dünyasının en önemli figürlerinden biri ve destan kahramanıdır. Moğolları her seferinden darmadağın eden , şövalyelerin saygın ordugayı Krak'ı Haçlıların ellerinden alarak mağlup eden Baybars yenilmez bir Türk komutanıdır. Memluk sultanlığı 1260'dan 1517'ye kadar , Yavuz Sultan Selim'in Kahire'ye girdiği güne kadar , Akdeniz'in büyük Türk devletlerinden birisi oldu. Türkler Mısır ve Suriye'yi büyük bir refaha kavuşturdu. Bu iki ülkenin güçlü ve gelişmiş bir uygarlığa sahip olmasını sağladı. (Jean-Paul Roux , Türklerin Tarihi sf292... )


                       Sultan Baybar'ın Ölümü ; 
         Baybars (el-Melikü'l-Zahir Rüknettin) , Memlüklerin dördüncü sultanıdır. 1223 yılında Kıpçak ülkesinde doğdu. Ülkesine yapılan akınların birinde esir düşerek Şam'a götürüldü ve satıldı. Eyyübi hükümdarı Melik Salih tarafından affedilmesinden sonra Kahire'ye geldi ve burada hükümdarın Bahri ünvanını taşıyan hizmetkarları arasına girdi. Kuvvetli , kabiliyetli ve zeki bir genç olan Baybars kendini kısa zamanda gösterdi. Mısır'ı ele geçirmek isteyen Fransa Kralı St. Louis'in kuvvetlerini bozguna uğratarak esir edilmesinde büyük rol oynadı. Sultan Kutuz döneminde Moğollar Suriye'yi işgal etmişlerdi. Kutuz kuvvetli bir ordu hazırladı ve öncü birliklerin kumandasını Baybars'a verdi. Ayn-Calut Muharebesinde(1260) Moğollar ağır bir yenilgi aldı ve geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu durum Baybars'ın şöhretini bir kat daha artırdı. Sultan Kutuz 1260 yılı sonunda bir suikaste uğrayarak öldürülünce , Baybars sultan olarak başa geçti. Hükümdar olduğu zaman yaptığı ilk iş, Kutuz'un halktan aldığı ağır vergileri kaldırmak oldu. Böylece halkını sevgisini kazandı. İsyan eden Şam Naibi Sancar'ı 1261'de mağlup ederek , Kahire zindanlarına attırdı. Sultan Baybars 1265 ve 1266 yıllarında Suriye'ye iki sefer düzenleyerek Kayseriya, Arsuf ve Sis şehirlerini ele geçirdi. Moğollara karşı bir çok zafer kazanan Sultan Baybars 1277'de Elbistan civarındaki Moğol kuvvetlerini bozguna uğrattı. Moğollar Baybars'tan intikam almak için Anadolu'da Türklere gösterdikleri zulüm ve baskıyı artırdılar. Bu arada Antakya'dan Şam'a dönen Baybars 1277 yılında 14 gün süren dizanteri hastalığı sonucunda vefat etti.
      Hayatının en verimli ve saltanatının en parlak olduğu bir dönemde ölen Baybars, ortaçağ Türk-İslam tarihinin en büyük komutanlarından birisidir. Çok güçlü bir vücuda, sağlam bir iradeye, benzeri görülmemiş bir cesarete ve parlak bir zekaya sahipti. Savaşta en ön safta savaşmayı seven ve tehlikeden çekinmeyen bir komutandı. Medrese, imaret ve hastane gibi hayır kurumları kurmuş , yoksullara el uzatarak insanların sevgisini kazanmıştı. Mükemmel bir posta teşkilatı kurarak haberleşmeyi en iyi şekilde temin etmiştir. Geniş bir casusluk teşkilatı kurmuş ve casusları kontrol eden casuslar da kullanmıştır. Devrin her türlü kara ve deniz harp mühimmatının yapımına büyük önem vermiş , tersaneler kurdurmuştur.  ( http://www.turkcebilgi.com/baybars)



                            Mısır İlim Başkenti ; 
     İslamiyete çok önem veren Baybars Moğol istilalarından kaçan Türkleri kendi devletinin  sınır boylarına yerleştirmiştir. 17 yıl süren hükümdarlığı boyunca Mısır ve Memlükleri çok kalkındırmıştır.Moğol akınlarından kaçan alimleri devletine kabul etmiş ve Mısır onun hükümdarlığında ilim başkenti olmuştur. Kahire'de bugün de ayakta dimdik duran Baybars Camisini yaptırmış ve daha birçok cami ile medreseyi İslam dünyasına kazandırmıştır. Özellikle Moğolları durdurmasıyla tarihe geçmiş ve bir çok tarihçiye göre Osmanlı için Kanuni ve Fatih neyse Ortadoğu içinde Baybars da odur şeklinde özetleyebiliriz. (http://www.tarihkomplo.com/2016/02/mogollar-durduran-turk-memluk-sultan.html )


                     Ortadoğu'da Türk Memlükler ; 
     Memlükler sadece Abbasiler döneminde değil Tolunoğulları ve İhşidiler devrinde de orduda kullanılmıştır. Eyyübi devletinde ise tesirleri çok artar. Eyyübi devletinde basamak basamak yükselen Memlükler , Eyyübi Hanedanlığında doğrudan güç sahibidirler. Son Sultan Necmettin Salih'in dul karısı Şecer-üd-Dürr ile evlenen Aybek et-Türkmani Memlük Devletini resmen kurar. 
    Sultan Baybars Kilikya Rumlarını ve Anadolu Ermenilerini sıkıştırır. Kozan kalesine bayrağını asar. Antakya'yı alır , Kıbrıs'a gönderdiği donanma ile Kral Vanas'ı yenip esir alır. Kuzeyde Kıbrıs Krallığı , Güneyde Nubyalılar , batıda Berberiler ve sahillerdeki Franklar , Mısır için tehdit olmaktan çıkar. Haçlı-Moğol ittifakını dağıtır. Alınamaz denilen Askalan ve Kerek kalelerini alır.  ( http://e-tarih.org/makaleler.php?sayfa=makaledetay&makaleno=4097)



     Ayn Calut Muharebesi'nden sonra Kutuz ona , vadettiği Halep valiliğini vermedi. Bunun üzerine baybars bir av sırasında Kutuz'u öldürttü. Ardından boş kalan hükümdarlığa Baybars geldi. 1260'ta hükümdar olup , 1277'de ölümüne kadar hüküm süren Sultan Baybars zamanında Mısır Türk Devleti en kudretli zamanına ulaştı. ''Devlet-it Türk'' yani Türk Devleti adı ülke adına eklendi Bu adı ilk kullanan ülkenin hükümdarı oldu.
     Arsuf, Hafya, Safed,Yafa , Aşkelon ve Kayserya'da haçlıları yenip kalelerini ele geçirdi. 1266'da Baybars Moğol hakimiyetini kabul eden Kilikya'da bulunan küçük Ermenistan Kralı 1.Hatum'a karşı sefere çıkarak bu ülkeyi ve başkent Kozan şehrini ele geçirdi. 1268'de Antakya şehrini kuşattı ve aldı. 
     Şam'da bulunan türbesi ve yanındaki Zekeriya Medresesi onun adına yapılan ünlü mimari eserlerdendir.  Zekeriya Medresesi içinde bulunan Zekeriya Kütüphanesi gününüze kadar gelen çok sayıda bilimsel yazma eseri bünyesinde bulundurmaktadır. 
     Haziran 1277'de , 54 yaşında öldüğü bilinse de , bir gece ansızın derviş kıyafetleri giyerek sarayı terk edip doğduğu topraklara gittiği de halk arasında rivayetler bulunmaktadır. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Baybars )


                         Sultan Baybars'ın İcraatları ; 

       1223 yılında Kıpçak‟ta doğmuştur. Baybars, uzun boylu, mavi gözlü, güzel görünüşlü olmasının yanında zekâ ve yeteneğiyle de dikkatleri üzerine çeken biri olarak bilinmektedir.Baybars tahmini on dört yaşlarında iken Moğollar Kıpçak bölgesini istila etmişler ve buralarda yağma hareketlerinde bulunup birçok kişiyi esir almışlardır. Bu sırada esir alınanlar arasında Baybars da bulunmaktadır. Baybars esir olarak önce Sivas‟a daha sonra Halep‟e ve oradan Şam‟a götürülmüş ve burada köle olarak satılmıştır. Mısır‟da hüküm süren Eyyübiler, Abbasilerden sonra süregelen şekilde Türklerden oluşan bir ordu kurmuşlardı.Özellikle Eyyübi Devleti sultanlarından Melikü‟s-Salih, Türklere büyük önem vermiş ve ordusunu Türk kölelere dayandırmıştır.
        Düzenlenen yedinci Haçlı Seferinin başında Fransa kralı IX. Lui bulunmaktadır. Kral IX. Lui, Mısır‟ı alma hevesiyle yola çıkarak 1249 yılında Dimyat‟a asker çıkarmış ve şehri kuşatmıştır

        Şecerü‟d-Dür‟ün Aybek ile evlenmesi ve tahtı ona bırakmasında Memlûklerin büyük etkisi olmuştur. Memlûklerin istediği kişinin başa geçmesiyle Mısır Memlûk Devleti resmen kurulmuştur(1250) 

        Baybars tahta geçtiğinde karşısına iki büyük tehlike çıkmıştır. Bunlardan biri Anadolu‟yu işgal edip karıştırdıktan sonra Mısır ve Suriye‟ye göz diken Moğollardır. Diğeri de aynı amaca hizmet eden Haçlılardır. Moğollar Anadolu‟daki şehirleri işgalleri sırasında yakıp yıkmışlar acımadan insanlara kıymışlardır. Şimdi aynısını Memlûklerin hüküm sürdüğü topraklarda yapmak için harekete geçmişlerdir. 

         Baybars, Anadolu‟daki Müslüman Türklere yardım etmek için Anadolu topraklarında Moğollarla savaşmış bu savaşlarda birçok zayiatlar vermiştir. Üstelik Türklere yardım için geldiği topraklarda hiçbir yeri işgal etmemiş topraklarına katmamıştır.

         Memlûkler Devletine düşmanlık eden devletlerden biri de. Kilikya Ermeni Krallığı‟dır. Bu krallık, Baybars zamanında rahat durmamış Moğollarla birik olup Müslümanlara karşı düşmanca faaliyetlerini sürdürmüştür. Kilikya Ermeni Krallığı, Moğollardan aldıkları destekle Anadolu‟daki Müslüman Türkleri de rahatsız etmişlerdir.Ermeniler aldıkları bu darbeden sonra bir daha kaybettikleri topraklara hâkim olamamışlardır.

          Bu seferlerden birincisi; yaklaşık yirmi gün sürdüğü söylenen 1266 yılındaki sefer, ikincisi ise; Baybars‟ın da bizzat katıldığı 1275 yılındaki seferdir. Özellikle bu iki seferden 1266 yılındaki sefer esnasında Kral Hetum’un ülkesi baş şehri de dâhil olmak üzere tamamıyla tahrip edilerek yağmalanmış, galip Memlûk Ordusu Çukurova’dan çok sayıda esir ve ganimetle geri dönmüştür. Ermeniler aldıkları bu şiddetli darbeden sonra bir daha kendilerini toparlayıp eski güçlerine kavuşamamışlardır.  (http://www.kenandabirkuyu.org/sultan-barbars-in-cocuklugu-gencligi-ve-mogol-istilasina-karsi-verdigi-mucadele )








7 Mayıs 2016 Cumartesi

Ertuğrul Gazi'nin Memleketi ve Kayı Boyu

Ahlat:
          Ahlat , Süphan ve Nemrut dağları arasında Van Gölü kıyısında Selçuklular çağında Ahlatşahlar Beyliğine başkentlik yapmış , politik ve kültürel sahalarda önemli rol oynamış bir Türkmen/Oğuz şehridir . Ahlat Anadolu'ya yapılan akınların planlandığı ve dönüşlerinde de toplandıkları bir askeri harekat üssü ve aynı zamanda Oğuz Boylarına mensup kitlelerin yerleştiği bir Orta Çağ şehridir.    

Kayı Boyu(Kayılar): Oğuz Kağan Destanına göre Oğuz'ların 24 boyundan , Divan-ı Lügati't Türk'e göre ise Oğuz Boyundan ikincisidir. Oğuzlar Üçok ve Bozok olarak iki kola ayrılır. Üçok(Gökhan,Dağhan,Denizhan) , Bozok (Günhan,Ayhan,Yıldızhan). Kayılar ise Oğuzların Bozok kolunun bir boyudur. Osmanlı Devleti'ni kuran boy Kayı Boyu'dur. Kayı kuvvet ve kudret sahibi anlamına gelir. Kayıların simgesi iki ok ve bir yaydan oluşur. Bu boyun ilk ataları babası Günhan ve dedesi Oğuz Han olan Kayı Han'dır. Kayılar Anadolu'da ilk olarak Ahlat bölgesine yerleşmişlerdir.
  
          Nitekim bu Oğuz Boylarına mensup kişiler arasında Osmanlıların da mensup bulunduğu Kayı Boyu da vardır. Bundan ötürü Ahlat , Osmanlılar açısından da ata yadigarı bir şehirdir.
Aradan asırlar geçmesine rağmen ilçede hale Kayı ismini taşıyan mahallesi , mezarlığı ve halen Kayı boyunun kültürel zenginliği Ahlat'ta var olmaktadır. Kayı boyu 170 yıl Ahlat'ta kalmış ve buradan batıya göç etmiştir.
     
        Ahlat Selçuklu ve Osmanlı hanedanlarına mensup boyların ilk uğradığı yer. Orta Asya'dan Anadolu'ya gelen Türklerin nefeslendiği , aynı zamanda Türk-İslam tarihinin başlangıç noktasıdır. Büyük Selçuklu İmparatorluğu'na altın devirlerini yaşatan Sultan Alparslan (1063) zamanında  Anadolu'ya yapılan fetih hareketlerinde üs olarak kullanılmıştır. Sultan Alparslan , Bizanslı Romenos Diogenes'le karşılaşmak üzere Malazgirt'e Ahlat'tan hareket etmiştir. Kutalmışoğlu Süleyman Şah otağını Ahlat'ta kurup , Anadolu'nun fethini burada planlamıştır.  Kayı aşireti yıllarca Ahlat'ta yaşamıştır. Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Bey'in babası Ertuğrul Gazi Ahlat'ta dünyaya gelmiştir. Büyük Selçuklu rönesansının yaşandığı yer olarak bilinen Ahlat'ı Osmanlılar Ata Şehri saymışlardır. Ahlat günümüzde Selçuklu ve Osmanlı döneminden bugüne ulaşan kümbet , cami , kale ve mezarlıklarıyla açık hava müzesi konumundadır. Herkesin ölmeden önce gidip görmesi gereken yerler arasındadır. Ahlat kümbetleriyle dikkat çeken bir yerdir. Selçuklu Mezarlığı tarih boyunca bir çok kez tahribata uğrasa da günümüzde hala dimdik ayakta. Dönemin vefat eden idarecileri için 15 adet kümbet inşa edilmiş. Selçuklu Mezarlığı'nın yanında bulunan Emir Bayındır Kümbeti ise Ahlat'ın simgesi durumundadır.

 Mimarisi,süslemeleri ve kullanım amaçları yönünden dikkat çeken kümbetler Selçukluların yanısıra , İlhanlı, Karakoyunlu ve Akkoyunlu döneminde inşa edilmiştir. Alt tarafı mezar olarak , üst tarafı ise mescit olarak kullanılmıştır. Selçuklu Mezarlığının yanında bulunan Emir Bayındır kümbeti 1472 yılında dönemin valisi adına yaptırılmıştır. Kümbetin yanında ise Bayındır İbn-i Rüstem'in yaptırdığı  1477 tarihli Emir Bayındır Camii bulunuyor. Emir Bayındır Kümbeti ; tarzı , mimarisinin zerafeti ve abidevi ölçüleriyle Ahlat'ın simgesi durumuna gelmiştir. Emir Bayındır Kümbeti  kare kaide üzerinde , sütunlar ve kemerlerle güneye açılan silindirik gövde ve dışarı doğru taşan basık komik külahıyla diğer kümbetlerden ayrılır. Üzerindeki her bir taş parçası ayrı ayrı özenle işlenmiş ve hep farklı desenler uygulanmıştır.

        Ahlat MÖ 4000'lerde Hurriler ile başlayıp , Osmanlılar'a kadar çeşitli devletlerin idaresinde kalmıştır. Ahlat 640'lı yıllardan itibaren kuzeye geçen İslam ordularının merkezi olduğu gibi , 1071'den sonra Türklerin doğudan batıya geçişi esnasında Türklerin üssü olmuştur. Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan döneminden itibaren Anadolu'ya yapılan akın ve fetihlerde üs olarak kullanılmıştır. 12.yy'ın başlarından itibaren Ahlatşahlar adıyla anılan Selçukluların bir kolunun başkenti olmuştur. Kurucusundan dolayı bu beyliğe Sökmenler de denilmiştir. Ahlat yetiştirdiği ilim,kültür ve sanat adamları ile mutasasvvıflarıyla önemli bir değere sahiptir. Bu özelliğinden dolayı Buhara ve Belh'ten sonra İslam Dünyasında ''Kubbe't-ül İslam'' olarak anılmıştır.

Bu şehre Türkler ve Araplar Ahlat demişlerdir. İsim kökenine baktığımızda HLT isim kökünden türemiştir.Gerek Ahlat , gerek Hılat ve Halat kelimeleri Araplar tarafından karışık manasında kullanılmıştır. Bu isimden hareketle Ahlat'ın çeşitli milletlerden oluşan etnik yapısından dolayı bu ismi aldığını söyleyebiliriz.
          Alparslan 1070 yılında İslam'ın elinde ve Selçukluların tabietinde olan Ahlat'ı bir üst olarak kullanmış , Bizans Ordusuyla savaşmak için Malazgirt'e Ahlat'tan hareket etmiştir. Melikşah ise Ahlat'ı  Azerbaycan Meliki Kubbettin İslam'ın emirlerinden Sökmen'e vermiştir. Sökmen tarihte ''Ermenşahlar'' olarak anılan devletin kurucusuyken Ahlat devlet merkezi haline gelmiştir. Bu devlet Doğu Anadolu'da kurulan Selçuklu beyliklerinden en kuvvetlilerinden birisidir. Ahlat ve çevresi 1207 yılında Eyyübilerin egemenliğine girdi. 1229 yılında Celaleddin Harzemşah'ın istilasına uğrayan Ahlat, bir harabeye dönmüştür. Bunun üzerine Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat Yassı Çemen'de Harzem ile savaşmış ve şehir tekrar Selçukluların bünyesine katılmıştır. Kale ve şehir tekrar imar edilmiştir. Ahlat 1232 yılında bu sefer Moğol ordusunun baskınına uğramış , 1244 yılında İlhanlı Devleti'nin sınırları içerisine girmiştir.  Çaldıran zaferinden sonra Osmanlı topraklarına uç şehir olarak katılmış ve yeniden imar edilmiştir. Şehri 1046 yılında ziyaret eden Nasır-ı Hüsrev Ahlat'ta Arapça,Farsça ve Ermenice konuşulduğunu söyler. Zekerya Kazvini ise(ölüm 1283) Ahlat'ta Türkçe,Farsça ve Ermenice konuşulduğunu anlatır. Farsçanın yüksek tabakanın , Ermenicenin azınlıkta olduğunu , halkın büyük çoğunluğunun ise Türkçe konuştuğunu sözlerine ekler. Evliya Çelebi ise , Ahlatlıların lehçelerinin biraz Çağatayca'ya biraz da Moğolcaya benzediğini söylemesi , Ahlatlıların nereden geldiklerini göstermesi bakımından önem taşır.  1275 yılındaki depremde 12.000 hane Ahlatlının Kahire'ye göç etmesi nüfus potansiyeli hakkında bizlere fikirler verir. Ahlat'ta uzun süre çalışma yapan Prof.Dr. Haluk Karamağaralı'ya göre şehrin o yıllarda nüfusu 300.000 kadardır. Şehre Kubbetül İslam ünü verilmesi de aynı sıfatı taşıyan Belh ve Buhara şehirleriyle mukayese etmemize imkan sağlar. Bu büyük şehir , büyük bir kültür ,ilim,sanat ve esnaf teşkilatının merkezidir. Ahlat'lı pek çok kadı ,ilim ve kültür adamı ile sanatkarlarının adı ve eserleri bilinmektedir. 13.yy'da başkent ve bölgedeki en büyük vilayetlerden biri olan Ahlat , Osmanlılar zamanında da uç şehir olarak önemini sürdürmüştür.(http://www.eskiahlatkazisi.com/)


       Kayı Boyu Yeni Merv yolu üzerinden Ahlat'a gelmiştir.Ahlat ilçesinde halen adı Kayı Mahallesi olan Mevkiye yerleşip , 170 yıl boyunca Ahlat'ta yaşamışlardır. Harzemşahlar'ın 1229'da Ahlat'ı fethi ve yağmalamasının ardından yaklaşan Moğol saldırılarının da etkisiyle Kayı Boyu batıya batıya göç etme ihtiyacı hissetmiştir.  Türkiye Selçuklu Hükümdarı Alaaddin Keykubat tarafından Ahlat'ı yağmalayan Harzemşahları cezalandırmak amacıyla 1230'da Erzincan yakınlarındaki  Yassıçemen'de yapılan savaşta Kayı Boyu Selçuklu ordusunun yanında savaşmıştır. Kazanılan bu savaş sonrasında Alaaddin Keykubat tarafından kılıç hakkı olarak önce Ankara yakınlarındaki Karacadağ , ardından ise Söğüt ve Domaniç Kayılara verilmiştir.

       Ahlat Selçuklu Mezarlığı Türk Medeniyeti için çok önemli bir yere sahiptir. Bu mezarlık Unesco dünya mirası listesindedir.  Ahlat Malazgirt Savaşından çok önce İslamileşen ve Türkleşen bir şehirdir. Bağrında birçok Türk Boyunu ağırlayarak istasyon görevi görmüştür. Avşar,Bayat,Kınık boylarının yanı sıra Kayı boyu da bu ilçede uzun süre ikamet etmiştir. Kayı boyu tam 170 yıl Ahlat'ta kalmıştır. Türk Medeniyeti'nin Altın Çağı olan Osmanlı hanedanının kurucusu olan Osman Gazi'nin babası Ertuğrul Gazi ve onun babası Süleymanşah'ta Ahlat'ta dünyaya gelmiştir. Ertuğrul Gazi'nin dedesi Kayıalp'te hem Ahlat'ta doğmuş , hem de Evliya Çelebi'nin söylediğine göre Ahlat'ta bulunmaktadır. Abdülhamit Han ise Ermeni Görüşmelerinde Ahlat için , '' İstanbul'dan kıymetlidir. Ceddi Ali Osman Ahlat'ta yatar , İstanbul'u veririm , Ahlat'ı vermem'' diye Ahlat'ın kıymetini açıklamıştır.


Ahlat'a Abbasi,Bizans,Türkmen Büyük Selçuklu, Dilmaçoğulları,Ahlatşahlar, Eyyübiler, Türk-Kıpçak Harzemliler, Anadolu Selçukluları , Moğol İlhanlılar, Şii Türkmen Karakoyunlular, Sunni Türkmen Akkoyunlular , Şii Türkmen Safeviler ve Osmanlı İmparatorluğu hakim olmuştur. Ahlat Orta Çağın en büyük ilim,kültür , sanat ve ticaret merkezidir. Bunun içindir ki Buhara ve Belh'ten sonra Kubbet-ül İslam ünvanını almıştır. Mezar taşlarının  üzerinde bulunan kitabeler, bezemeler , süslemeler, yazı ve şiirler inkar edilemez Türk Belgeleridir. Buradaki mezar taşları Selçuklular, Ahlatşahlar, Eyyübiler ve İlhanlılar dönemine aittir. (http://www.karamandan.com/Osman_Ulkumen-Dunyanin_En_Buyuk_Islam_Mezarligi-k23234.html)

Ahlat , Anadolu'nun kapısı , Türkiye'nin tapusudur.
Ahlat Anadolu'nun kapısıdır , Ahlat mezar taşları da bu bölgenin tapu senedi hükmündedir !
Selçuklu Mezarları bu toprakları sahiplenmek için bekleyen birer asker gibi dimdik ayaktadır !
1635 yılında Revan Seferi'ne çıkan Sultan 4. Murat Ahlat'ta konaklamış ve Ahlat'taki ecdat mezarlarını ziyaret etmiştir. Ahlat , Anadolu'ya gelen Türkmenlerin uğrak yeri olmuştur. 1018 yılında Çağrı Bey'in Van Gölü kıyılarına keşif akınları yaptığı ve burada Bizans kuvvetini yendiği ardından Maveraünnehr'e dönerek buraların fethedilebileceğine dair kardeşi Tuğrul Bey'e verdiği bilgiler verdiği tarihi kaynaklarda yazılıdır. Tuğrul Bey 1054 yılında Ahlat üzerinden Malazgirt'i kuşattı fakat alamadın. Sultan Alparslan devrinde Ahlat , Selçuklu Devleti'nin Anadolu'ya düzenlediği seferlerde bir üs vazifesi görmüştür. 1066 yılında Selçuklu Sultanı Alparslan'ın komutanlarından Gümüştekin , Afşin ve Ahmetşah Anadolu içlerine başarılı akınlar düzenleyerek, artık Türk Garnizonu haline gelmiş Ahlat'a geri döndüler. Sultan Alparslan Malazgirt'e Ahlat'tan hareket ederek burayı fethetmiştir.(http://www.ahlat.gov.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=28&Itemid=14)


Ertuğrul Gazi’nin ataları öncelikle Anadolu’daki ilk Türk yerleşme bölgelerinden birisi olan Van ve çevresinde yaşamışlardır. Özellikle Ahlat Şehri X-XI. yy.larda Anadolu’da Türk kültür ve sanat merkezi idi. Ertuğrul Gazi’nin atalarının ve bunlara bağlı aşiretlerin bu bölgede yaşadıklarını biliyoruz.
Ertuğrul Gazi’nin ilk zamanlan ve ataları hakkında net bilgiler elimizde mevcut değildir. Bu dönemler âdeta destanı bir mahiyet kazanmıştır. Anadolu’nun Türk yurdu olması olayları Ertuğrul Gazi ve atalarının etrafında âdeta bütünleşmiştir. Ertuğrul Gazi ya da Anadolu’nun Türk yurdu yapılmasının destanında Ahlat şehri bir mirengi noktası teşkil eder. Neşri, Şükrullah, Karamanî Mehmet Paşa ve Hoca Sadeddin Efendi gibi Osmanlı tarihçileri Ahlat’ı Osmanoğulları’nın ilk merkezi olarak kabul etmektedirler. Özellikle Topkapı Sarayı Müzesi Bağdad Köşkü Kütüphanesinde bulunan “Revan Seferi Ruznâmesi”ndeki( Ahlat’tan bahseden)kayıt bu inancın bütün Osmanlı hükümdarlarında yaşadığını göstermektedir.
“İçinde hâlâ ecdad-ı âl-i Osman(Osmanoğulları’nın ataları) olup ve evlâd ve ensâbı(soyu) ile birlikte tabutlar içinde kadid(iskelet) olmuşlar”.
Diğer yandan Doğu seferine çıkan Sultan Yavuz Selim ile Kanunî Sultan Süleyman’ın da aynı şekilde Ahlat’ı ziyaret ettikleri ve atalarının ruhlarına dualar okudukları bilinmektedir.
Anadolu Türklüğü’nün âdeta bir mukaddes şehri olan Ahlat Osmanoğullan’nın atalarını da kucaklamış görünmektedir. Gene Hoca Saded-din Efendi, Kayı ve Karakeçili topluluklarının 1049 yıllarından itibaren Anadolu’da bulunduğunu ileri sürmektedir ki Eıtuğrul Gazi’nin atalarının Selçuklularla birlikte Ortaasya’dan Horasan’a oradan da Anadolu’ya geldiklerini vurgulamaktadır. Yine bu yazarımıza göre Osmanoğullannın ecdatı Ahlat’ta 170 yıl kalmışlardır.
Diğer yandan 50 bin çadırlık bir Türkmen grubunun başında Kayı aşiretinin Erzurum ve Erzincan yaylalarında yayladıkları da bilinmektedir. Olayların seyrine baktığımızda Ahlat, Celâleddin Harezmşah tarafından iki defa tahrip edilmiş ve 1230 tarihinde Harezmşahlar’m eline geçmiştir. Ahlat muhasarası ve sonrasında Ertuğrul Gazi’nin ailesine bağlı olan başta Kayılar olmak üzere Oğuz Türkleri oldukça büyük zayiat vermişlerdir. Harezmşah baskısı, Ertuğrul Gazi’nin ailesinin liderliğindeki bu Türkmen grubunun batıya Erzurum ve Erzincan tarafına çekilmeye başlamasına sebep olmuştur. Bu sırada meydana gelen Yassıçemen Savaşı Ertuğrul Gazi ve kardeşleri ile Kayı ve Karakeçililer’in yollarını ayırmıştır. O dönemin Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâaeddin Key-kubâd ülkesini tehdit eden Celâleddin Harezmsah’a karşı sefere çıkmıştı. Her iki hasım Türk orduları 10 Ağustos 1230 tarihinde karşı karşıya geldiler. Kaynakların vurguladığı üzere Ertuğrul Gazi’ye bağlı olan Türkmenler, Ahlat’taki hasımları Haremzşahlar’a karşı Selçuklu ordusunun yanında savaşa katılarak, zaferin Selçuklular’da kalmasında büyük rol oynamışlardır.
Büyük Sultan I. Alaaddin Keykubad, Ertuğrul Gazi’nin bu yardımını karşılıksız bırakmadı. Bu cesur Türkmen beyine Sultanönü, Söğüt, Domaniç taraflarını ikta olarak verdi. Bir müddet Ankara çevresinde kalan Ertuğrul Gazi kendisim takip eden aşiret mensupları ile Söğüt ve Domaniç bölgesine geldi. (Prof Dr. Abdülhaluk Çay)




http://www.tarihnotlari.com/ertugrul-gazi/
http://www.eskiahlatkazisi.com/sunular.html
http://karefad.karatekin.edu.tr/DergiTamDetay.aspx?ID=56&Detay=Ozet
http://www.ahlat.gov.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=28&Itemid=14
http://www.zaman.com.tr/interaktif/ahlat/
http://www.sozcu.com.tr/2015/gunun-icinden/dirilis-ertugrul-dizisine-ahlattan-elestiri-818301/
http://www.bilgicim.net/2015/12/29/kayi-boyu-hakkinda-bilgi.html


3 Mayıs 2016 Salı

Rusları Çıldırtan Taşlar (Selçuklu Mezarlığı)

                                                        Rusları Çıldırtan Taşlar ; 

                                         YouTube Videomuz , Abone Olmayı Unutmayın :)                                   






          Birinci Dünya Savaşının devam ettiği 1915 yılında Bitlis'i işgale gelen Ruslar , Ahlat ilçesinin kuzeyine karargah kurarlar. İlçede Türk Askeri olmadığını bilen Rus Birlikleri , Sabahın alaca karanlığında bölgeye yaklaşırlar ve gözlemlemeye başlarlar. Sabahın erken saatleri olduğu için burada boyları 5 metreyi bulan ve dimdik ayakta duran mezar taşlarını Türk Askerleri olarak zannederler. Ardından bölgeyi saatlerce top atışına tutarlar.
                                                               Selçuklu Mezarlığı ; 

         Buna rağmen tek bir askerin bile hala kıpırdamadan dimdik ayakta durması karşısında şaşkına dönen ve adeta çıldıran Ruslar tüm kuvvetleriyle Ahlat'a girerler. Gerçek Hava aydınlanınca ortaya çıkar. Ruslar top ateşi yaptıklarının Türk Askeri değil de Ahlat Selçuklu Mezarlığındaki 800 yıllık mezar taşları olduğunu gördüklerinde  büyük şaşkınlık içerisine giriyorlar. Kaybettikleri zamana yanıyorlar. Çünkü top atışlarının başlamasıyla Ahlat'ta yaşayan insanlar hızla bölgeyi terk etmiştir.  

         Ruslar ani bir baskınla ilçeye girmiş olsalar bir çok ganimet ve esir elde edeceklerdi.Selçuklu Mezar Taşları yüzyıllar sonra bile , torunlarını korumuş , Bir çok Ahlatlının canını  kurtarmıştı.
Top atışları sonrasında mezarlıkta bulunan tarihi mezar taşları büyük tahribata uğramıştır. Bunun etkileri günümüzde hala kendini göstermektedir. İlçeye yerleşen Ruslar buradaki mezar taşlarının bir bölümünü sökerek yol yapımında kullanmışlar. Çünkü kalıcı olarak geldiklerini ve bir daha bu topraklardan çıkacaklarını düşünmedikleri için hem yol yapımında hem de bazı evlerin inşasında kullanmışlardır. Bugün bu olaylar ilçede dededen toruna hala anlatılmaktadır.

       Ahlat Evliya Çelebinin seyahatnamesinde Oğuz Şehri olarak geçmektedir. Selçuklu Mezarlığı ise günümüzdeki en büyük Türk-İslam Mezarlığıdır ve bu toprakları sahiplenen bir asker gibi günümüzde hala dimdik ayaktadır.






                                   Ahlattaki Akıt Mezarlar , Kurganlar ;

        Ahlat Selçuklu Mezarlığının içerisinde akıt denilen mezar yapıları vardır. Bu mezarlar Orta Asya'daki  kurganlara benzeyen yapılardır. 11. yy'da inşa edilen bu akıtlara Anadolu'nun başka bir yerinde rastlamak mümkün değildir.Tüm bunlar Türk Kültürünün Orta Asya ile bağlantısıyla ilgilidir. Akıt Kırgızca'da son nokta , son yer anlamına gelmektedir. Tüm bunlar bize , atalarımızın Orta Asya Kültürünü Anadolu'ya taşıdığını göstermektedir. Birinci Dünya savaşında bölgeyi işgal eden Rus askerleri , Orta Asya Türk Kurganlarındaki zenginliği bildiklerinden dolayı , define bulmak amacıyla bir çok akıt mezarı tahrip etmişlerdir. Bugün Ahlat'ta çok sayıda akıt mezar bulunmaktadır.
       
       
Okuduğunuz İçin Teşekkür Ederim...


Kaynaklar;
http://tarihvearkeoloji.blogspot.com.tr/2015/10/ahlat.html
http://www.milliyet.com.tr/ozel-haber-ruslara-1915-hatirlatmasi-bitlis-yerelhaber-1107662/

21 Nisan 2016 Perşembe

Tayyar Rahmiye

                                    Tayyar Rahmiye :

          Kuvay-i Milliye ruhunun bir diğer kadın kahramanı Rahmiye Hanımdır. 1890 yılında Osmaniye'de bulunan Raziyeler Köyü Kanlı Geçit mahallesinde dünyaya gelmiştir. Onu tanıyan insanlar Rahmiye Hanım'ı sürekli at binen , taşı sıksa suyunu çıkaracak , kendisini vatana ve millete adamış yiğit bir kahraman olarak tanımlamışlardır. ''Allah bana nusret verse yalnız başıma düşmanı kırarım. Ölürsem şehit , kalırsam gaziyim'' sözleri  Milli Mücadeledeki Türk Kadını ruhunu gözler önüne sermektedir.
         Fransız işgalini kendine yediremeyen Rahmiye Hanım Hüseyin Ağa'nın milis güçlerine katılmak için başvurmuştur. Kendisine ''Bacım bu er işidir , sen cephe gerisinde daha yararlı olursun '' diyen Hüsenin Ağa'ya '' Vatan savunmasında hepimiz eriz , düşman toprağımızı basmış , elim silah tutuyor , ben nasıl savaşmam! '' cevabını vermiştir. Bu olayın üstüne Rahmiye Hanım onbaşı rütbesiyle 9. Tümenin , 1920 yılında Fransızlar ile yaptığı muharebeyle müfrezeye katılmıştır.
         Başlıca görevi keşif ,kundakçılık yapmaktır. Osmaniye yakınlarındaki düşmanın elinde bulunan demiryolu tünelini o patlatmıştır. Düşmanın cephane sevkiyatına büyük darbe vurmuştur. Rahmiye'nin de katıldığı Hasanbeyli civarlarında Fransızlarla yapılan savaşta 80 tüfek ve 2 makinalı tüfek ele geçirilmiştir.
         Bu savaşta cephe ilerisinde şehit düşen arkadaşlarının bedeninin düşman tarafından çiğnenmemesi için büyük bir cesaretle cepheden fırlamış ve ateş altındayken arkadaşlarından birini sırtına alarak geri dönmüştür. Bu olaydan sonra kendisine uçan anlamına gelen ''Tayyar'' lakabı verilmiştir.  5 Ağustos 1920 günü , Fransız Karargahına yapılacak baskın öncesi arkadaşlarına cesaret vermek için '' Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da siz erkek olmanıza rağmen yerlerde sürünmekten utanmıyor musunuz ? Hadi durmayın , Allah'ını seven vatanını seven yürüsün!''  Bunun üzerine yeniden başlayan çatışmada bu cesaret dolu Kuvay-i Milliye kadını Rahmiye Ana vurularak şehit olmuştur.

Milli Mücadele Kahraman Türk Kadınları

        ''Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir milletinde Anadolu köylü kadınının üstünde kadın çalışmasını zikretmeye imkan yoktur ve dünyada hiçbir milletin kadını “Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar hizmet gösterdim” diyemez.
Mustafa Kemal Atatürk

         Anadolu Kadını Düşmana ''DUR'' Dedi...

       Tarih boyunca Türk kadını hayatın her alanında erkeğine yardımcı olmuş , onun sorumluluklarını paylaşarak sosyal ve ekonomik hayatta varlığını sürdürmüştür. Açıkça söylemek isteriz ki tarihimiz boyunca yaşadığımız savaşlarda ve yokluk yıllarında milletin yaşama sevincini ve kurtulma umudunu hep kadınlarımız ayakta tutmuştur.Kurtuluş savaşında savaş sadece cepheye değil ailelerin yuvasına kadar girmiştir.
        Cephede düşmana ''Dur!'' diyen Türk kadını Asıl yiğitliğini cephe gerisinde göstermiştir. Milli mücadele yıllarında eşleri ve oğulları cephede olan Türk kadını tarlada çift sürmüş , odunları ısınmak için kırmış , ekmek yapıp yavrularını doyurmuş ve ocağına sahip çıkmıştır. Bütün bunların yanında kucağında minicik yavrularıyla yağmur demeyip , kar-kış demeyip cephenin malzemesini taşıyan , yaralı askerlerimizi tedavi eden , askerin silah,giysi,yiyecek ve içecek ihtiyacını en iyi şekilde karşılayan yine bu yiğit Anadolu Kadını olmuştur. Bu savaşlarda kadınlarımız üzerine düşen görevi layıkıyla yerine getirmiş ve Türk Askerinin yanında olmuştur. Hepimizin bildiği ''Her yiğidin arkasında güçlü bir kadın vardır'' sözünü yabana atmamalıyız.
        Vatanın Kurtulmasında Kuvay-i Milliye ve Müdafaa-i Hukuk örgütleri kilit rolü üstlenmişlerdir. Kadınlarımız mitingler düzenlemiş ve dernekler kurmuşlardır. İlk önce Sivas'ta Sivas Valisi Reşit Paşa'nın eşi Melek Reşit Hanım tarafından  1919 yılında ''Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti'' adlı cemiyeti kurmuşlardır. İstanbul Hükümeti büyük cesaretle protesto edilmiştir. Ordu için maddi ve manevi destek olmuşlardır. İlk miting İzmir'in işgalinden 1 gün sonra Kastamonu'nun Nasrullah Meydanı'nda düzenlenmiş ve işgal kınanmıştır. Daha sonra 10 Aralık 1919'da Kastamonu Kız Öğretmen Okulu'nun bahçesinde kadınlarımız tarafından ikinci bir protesto mitingi düzenlenmiştir.
         19 Mayıs 1919 Mayıs günü Asri Kadınlar Birliği'de Fatih'te bir miting düzenlemiştir. Burada konuşan Halide Edip ''Şunu unutmayın ki , çocuklarımıza bırakacağımız tek miras , büyük bir tarihi olan , bir Türk olduğumuzu söylemektir'' demiştir. Türk Kadını Tarih boyunca her zaman bağımsızlığımızın sembolü olmuştur. Bu topraklar kadınlarımızın el emeği , göz nuru ve namusudur.           Kurtuluş mücadelemiz ise Türk Ordusunun İşgalci güçlere karşı verdiği bir savaşın ötesinde çok daha derin anlamları ifade eder bize. Bir Anadolu İhtilalidir. Bir kutsal isyandır. Mazlum milletlerin Emperyalizme karşı kazandığı İlk zafer ve Batılı Sömürgecilerin kahredici savaş gücüne karşı yenilebileceğini tüm Dünyaya gösteren bir bağımsızlık kavgasıdır. Diriliş , bağımsızlık ve varoluş destanıdır.

             Biz Türkler Tarih ve Kültür hayatımız boyunca her zaman kadına gereken önemi ve değeri gösterdik.Kadınlarımız Dünya üzerinde eşi benzeri olmayan kahramanlarımızdır. Eğer bizler milli iradeye ve Kuvay-i Milliye'ye inanıyorsak , bu ruhun kadınlarımız tarafından geçtiğinin farkına varmalıyız. Bu ruhu yaşatmak için de 100 yıl önce olduğu gibi 1000 yıl önce olduğu gibi kadınlarımıza değer vermeliyiz.
            Bugün kendini medeniyetin tek sahibi ve adresi olarak göstermeye çalışan Batı , medeniyeti kendisinden başka kimseye yakıştıramayan Batı , Kadını sosyal hayat içerisinde her zaman arka plana atmıştır. Batı'da kadın insan olarak dahi görülmemiş ve bir çok haktan mahrum bırakılmıştır. Tarihi doğru okumak her Türk'ün görevidir. Böylece ak ile kara ortaya çıkacaktır.
            Bu vatan için destanlaşan o kadar çok yiğit kadınımız var ki hangisini anlatalım. İsimlerini bilmediğimiz bu topraklar için toprağa düşmüş adsız-sansız binlerce Türk Kadını. Hepsini rahmet, sevgi, saygı ve minnetle anıyoruz.

            Atamız Mustafa Kemal 1923 yılında şu sözleri söylemiştir. ”Belki erkeklerimiz memleketi ele geçiren düşmana karşı süngüleriyle, düşmanın süngülerine göğüslerini germekle düşman karşısında bulundular. Fakat erkeklerimizin meydana getirdiği ordunun yaşam kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir. Yurdun varoluş nedenlerini hazırlayan kadınlarımız olmuş ve kadınlarımız olacaktır. Kimse inkar edemez ki bu savaşta ve ondan önceki savaşlarda ulusun yaşam yeteneğini tutan hep kadınlarımızdır.“ 



                     Halide Edip Adıvar (1884-1964) :

           1919 yılında Sultan Ahmet Meydanı'ndaki mitingde halkı işgalcilere karşı direnişe geçmek için yaptığı etkileyici konuşma sonrasında hakkında tevkif kararı çıktı. 1920'de Anadolu'ya geçerek Kurtuluş Savaşına katılmıştır. İstanbul Hükümeti tarafından Mustafa Kemal ile birlikte ölüm kararı verilen altı kişiden biridir. Mustafa Kemal Paşa onu Garp cephesinde görevlendirmişti. Kendisine önce ''onbaşı'' ardından da ''üstçavuş'' rütbesi verildi.
        İlerleyen zamanlarda Cumhuriyet Halk Fırkası ve Atatürk ile düştüğü fikir ayrımından sonra ikinci eşi Adnan Adıvar ile ülkemizden ayrılmıştır. 1939 yılında ülkeye dönen Halide Hanım İstanbul Üniversite'si İngiliz Filolojisi Kürsüsü Başkanı oldu. 1950'de Demokrat Parti listesinden milletvekili seçildi. 1954 yılında istifa eden Halide Edip , 1964 yılında vefat etmiştir. Halide Hanım Kurtuluş Savaşını ve Türk Kadınlarının Mücadelesini anlatan pek çok esere imza atmıştır.

                  
                            Nezahat Onbaşı(ölüm: 1994) :

          Eşini yitiren 70. Alay Komutanı Hafız Halid Bey , 8 yaşındaki kızı Nezahat'i kimseye emanet etmemişti. Her yere onunla gitmişti. Küçük Nezahat Çanakkale'de muharebe havasına alışmıştı. Alay İzmit'e nakledildiğinde talimlere katılarak mükemmel at binmesini ve silah kullanmasını öğrenmişti. 12 yaşında ''Onbaşı'' rütbesini almıştı.
          Babasının yanında cepheden cepheye koşmuş , çarpışmalara girmiş ve 100'den fazla düşman askerini öldürmüştü.  Babası Hafız Halid Bey komutasındaki 70. Alay komutasında bir çok mücadeleye katıldı. Gediz Muharebelerinde geri çekilmeye başlayan Türk Askerlerinin önünde durarak ''Durun Nereye gidiyorsunuz'' diye haykırarak herkesi durdurmuştur.
          Nezahat Onbaşı 30 Ocak 1921 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nin İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmesi önerilen ilk vatandaştır. Bu öneri TBMM'de kabul edilmişti. Fakat Kurtuluş Mücadelesi içerisindeyken işleme konulmamıştı. TBMM'nin şükran belgesine 65 yıl sonra 78 yaşında iken kavuşabilmişti. 70. Alayda şehit olan bir erimizin cebinden çıkan , annesine yazdığı mektupta ''Biz Mehmetçik , Nezahat'a Türklerin Jean d'Arc'ı diyoruz'' yazdığı ortaya çıkmıştır.

                                                  Şerife Bacı : 

          1921 yılı Kasım ayında İnebolu'ya önemli miktarda savaş malzemesi geldi. Malzemenin bir an önce Kastamonu'ya ardından da Ankara'ya iletilmesi gerekmekteydi. Cepheye gidemeyip köylerinde kalan yaşlılar çocuklar ve kadınlar Menzil komutanlığının malzeme taşıması üzerine kağnılarla yola çıktılar. İnebolu'dan kağnılara yüklenen cephaneler yola çıktı.
          Bu cephane taşıması işleminde hep kadınlar vardı.Bunlardan biri de Şerife Bacı'ydı. Şerife Bacı cephaneler ıslanmasın diye kazağını mermilerin üzerine örtmüştü. Öküzleri aç olan Şerife Bacı kafilenin çok gerisinde kalmıştı. Tek başına karlara bata çıka ilerlemeye çalışıyordu. Daha fazla dayanamayan Şerife Bacı o gece Kastamonu dağlarında donarak can vermiştir. Küçük yavrusu ise kollarında soğuktan can vermişti. Bugün Kastamonu'da güzel bir anıtı vardır. Adı her yerde yaşatılması gereken şerefli bir Anadolu kadınıdır.


             
                                    Halime Çavuş(Kocabıyık) : 

       Kastamonu'da doğmuştur. Anne ve babasının kızım gitme şeklinde yalvarış ve yakarışlarını dinlemeden Milli Mücadele'ye katılmıştır. İsmi uzun yıllar Halim Çavuş zannedilmiştir. Kurtuluş savaşına giderken erkek kılığına girdi , erkek gibi tıraş oldu , saçını kazıttı ve kimseye kadın olduğunu söylemeden Mehmetçiğin arasına karıştı. Birlikte herkes onu Halim Çavuş olarak biliyordu. Mühimmat sevkiyatında görevler aldı. Düşmanın ateş açması sonucu bir ayağı sakat kalmıştır.
       İnebolu'dan cepheye cephane taşınırken Mustafa Kemal Paşa'ya rastladı. Karşılaştığı kişiyi tanımıyordu. Atatürk'ün ona ''Sen üşümüyor musun böyle'' diye sorması üzerine ''Bey, 100bin kişi kurtulacak , ben ölsem ne olacak '' demiştir.  Savaş sonrasında bile Askeri Üniformasını çıkarmadı. Mustafa Kemal Paşa tarafından Ankara'ya çağrıldı. Mustafa Kemal Paşa'nın ''Seni yollamıyorum , bizim kızımız ol'' önerisine ''Annem babam beni bekler'' şeklinde cevap vererek kibarca reddetmiştir. Mustafa Kemal Paşa'da ''Ben ana babaya itaatli evlada saygı duyarım'' diyerek ona çeşitli hediyeler vererek evine yollamıştır. Kendisine maaş da bağlanmıştır. 75 yaşında hayata gözlerini yummuştur.


                                    Hafız Selman İzbeli :

         Kastamonu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Kadınlar Kolu kurucularındandır. Kastamonu ilk kadın meclis üyesidir. Kurtuluş savaşı esnasında Kastamonu'daki bütün kadınları toplamış , asker için çorap,kazak ve fanila ördürüp cepheye göndermiştir. Asker Kastamonu'ya geldiğinde hepsini karşılamış ve karınlarını doyurmuşlardır.
         Kendi deyimiyle sıkı bir Atatürk hayranı ve Cumhuriyet kadınıydı. Savaştan sonra herkes gibi Türkçe harflerle okuma yazma öğrenmişti.  Mustafa Kemal'in Kastamonu'ya geldiği sırada İzbeli Konağı'nı ziyaret ettiği ve karşılıklı kahve içtikleri bilinmektedir.

                 Gördesli Makbule (1902/1922) : 

         Yunanlılar Sakarya Muharebesi'ni kaybetmiş ve Afyon mevzilerine geri çekilmişti. Onlar çok zorlayan bir durumda cephe gerisinde Türk Akıncılarının verdiği mücadeleydi. 1921 yılında Gördesli Makbule ,  Direnişçi Efelerden Halil Efe ile evlenmiş ve iki ay sonra direniş için dağa çıkmıştır.                  Eşiyle 8 ay boyunca dağlarda kar , yağmur ve çamurla beraber gezmiştir. Çok iyi ata binerdi. Silahını tehlike zamanında herkesten önce çeviklikle çekerdi.17 Mart 1922 tarihinde Akhisar Sungurlu hududu üzerindeki Koca Yayla'da elinde silah ile düşmanla en önde safta savaşırken başından vurularak şehit düşmüştür. Şehit düştüğünde henüz 21 yaşındaydı.

                  Çete Emir Ayşe : 

          Yunan askeri Aydın'a geldiğinde iki arkadaşı ile birlikte Menderes Nehrinin karşı tarafına geçmeye çalışan Emir Ayşe , arkadaşlarının kayıktan düşüp hayatlarının kaybetmesi üzerine geri dönmüştür. Çanakkale'de ölen kocasından kalan tek hatıra olan elmas küpelerini bozdurup kendisine cephane ve silah almıştır. Ardından Yörük Ali Efeye katılmıştır. Aydın'ın kurtuluşu olan 7 Eylül tarihine kadar düşmanla mücadelesini sürdürmüştür.
           Savaş sonrasında Atatürk İstasyon Meydanı'nda Çete Emir Ayşe'nin de aralarında bulunduğu kahramanlara İstiklal Madalyası takmıştır. ''Savaştım Yunan'a karşı , elimde kalan en değerli şey Atatürk'ün bana taktığı İstiklal Madalyasıdır'' demiştir.


           
   Hatice Hatun(Kılavuz Hatice) : 

          Adana ve yöresinde Fransızlar ile savaşmıştır. Kilikya Milli Kuvvetlerinden Emin ve Derviş Ağalarının müfrezesine gönüllü olarak katılmıştır. Bu birlik Haçkırı , Kelebek ve Bilemedik İstasyonlarında bulunan Ermeni ve Fransız kuvvetlerine baskınlar düzenlemiş ve 200'den fazla esirle çok sayıda ganimeti almışlardır.
          Hatice Hatun 8 Mayıs 1920'de milli kuvvetler Pozantı'da taarruza başladığında Fransızlar kritik bir duruma düşmüşlerdi. Fransızlar Türk Güçlerine karşı koyamıyorlar ve geri çekiliyorlardı. Bu sırada bir Türk Kadını ücret karşılığında onları bu durumdan kurtaracaktı. Tekir Yaylasından Mersine ulaşacak en kısa yolu soran Fransız Askeri Kuvvetleriyle yola çıkmış ve onlara kılavuzluk etmiştir. Fakat Gülekli Hatice onları doğru yola değil Türk Askerlerinin mevzilendiği Karaboğaz'a doğru götürmüştür.
          Yanlarından bir süre sonra firar etmiştir. 100 kadar Türk askerini Karaboğaz'ın iki tarafına yerleştirmiştir.Karaboğaza gelen Fransızlar aniden bastıran Türk Saldırısına görünce olayı anlamışlar fakat iş işten geçmiştir. Bu baskını düzenleyen askerleri de bu kadının kumanda ettiğini görünce dehşete düşmüşlerdi. Hatice Hatun'un cesaret ve kıvrak zekasıyla 9 Subay ve 550 asker Fransız Kuvveti esir edilmiştir. Karaboğazı olayını destan yapan olay tam da budur arkadaşlar.

                 Binbaşı Ayşe :

          Gazi Ayşe Altıntaş Atatürk gibi Selanik doğumludur. Eşi Kafkas cephesinde şehit düştükten sonra eşinin ve şehit olan diğer vatan evlatlarının intikamını almak için kendine yemin etmiştir. Kocasından kalan kıymetli eşyaları satarak kendisi için at,mavzer,elbise ve çizme almıştır. Zamanla Askeriye içerisinde terfiler alarak Binbaşılığa kadar yükselmiştir. 15 Mayıs 1919 yılında Düşman İzmir'e girince direniş hareketinin başlamasında bu yiğit kadın da etkili olmuştur.
         İzmir Yunan'ın istilasına uğrayınca Aydın'a geçmiş ve Kuvay-i Milliye birliği kurmuştur. Daha sonra Birliği ile beraber Nuri Efendinin ekibine katılmıştır. Aydın muharebesinden sonra Koçarlı'ya çekilmişler ve burada İstiklal Mücadelesi'ni omuzlamışlardır. Binbaşı Ayşe askerlerden her zaman büyük saygı görmüştür. 1934 yılında Soyadı Kanunu kabul edilince Altıntaş soyadını almıştır.
Binbaşı Ayşe de Türk Kurtuluş Savaşının kadın kahramanları arasındadır. Binbaşı Ayşe, bizzat kendi macerasını şöyle anlatıyor:
"...Büyük harpte Kafkas Cephesi’nde yaralanarak ölen kocamın ve tüm vatan evlatlarının intikamını almaya and içmiştim. Allah, bu fırsatı 15 Mayıs 1335-(1919)’da bana verdi. İzmir’i Yunanlılar işgal ettiği sırada ilk mukâvemetimiz sona erip şehre Yunanlılar hâkim olunca Aydın’a gittim. Orada faaliyete geçerek bir Kuva-yı Milliye birliği teşkil edip, bilâhare Nuri Çetesi’ne katıldım. Aydın muharebelerini yaptıktan sonra Koçarlı’ya çekildik. Bu sûretle, bilfiil atıldığım İstiklal Mücadelesi’ne başından sonuna kadar iştirak ettim. İlk defa Sakarya’da sol kasığımdan piyâde mermisi ile yaralandım. Seyyar hastanede tedaviden sonra tekrar müfrezeme iltihak ettim. Büyük Taarruz’da Mürsel Paşa Fırkası’na iltihak ettik. Ve Ahır Dağları’ndan düşman gerilerine akmağa memur edildik. İzmir’e ilk giden birlikler arasında ben de vardım. Ancak bu arada atılan bir misketle sol bacağım kırıldı." 


                Süreyya Sülün Hanım : 

        Van doğumlu Süreyya Hanım , yaşadığı kasabada Ermenilerin korkunç zulmüne maruz kalmıştır. Köyler dağıtılmış ve insanlar Ermeniler tarafından vahşide öldürülmüştü. Babası mücadelelerde şehit olmuştur.  Erek kasabasında 500 kişilik milis güçlerine katılmış ve vatanı savunmaya karar vermiştir. Yoğun çarpışmalar sonucunda Murat Irmağına kadar gelen bu yiğit Kuvay-ı Milliyeciler  1,5 ay düşmanla çarpıştılar.
        Beyazıd'a doğru yürürken binlerce Türk Köylüsünün işkence edilerek öldürülen cesetleriyle karşılaştılar. Iğdır civarına yönelen Süreyya Sülün ve beraberindeki yiğitler büyük cesaretle düşmanla çarpıştılar. Ermeniler sürekli Ruslardan cephane ve asker yardımı alıyorlardı. Yılmayan Yiğit Türk'ler sonuna kadar onlarla çarpıştılar. Süreyya Hanım 3 kardeşini de bu çarpışmalarda şehit vermiştir. Sayıları çok az kalan Süreyya Hanım ve beraberindekiler çatışmadan sonra yaralanınca ve sayıları da çok az kalınca Erzurum'a dönmüştür.

                Nakiye(Elgün) Hanım : 

         13 Ocak 1920 tarihli Sultanahmet Mitinginde Halide Edip Hanım ile birlikte 160 bin kişiyi coşturan Muallimler Cemiyeti Başkını Nakiye Hanım konuşmasını şöyle noktalamıştır. '' Size memleketin bir kadını sıfatıyla hitap ediyorum. Fatih'in , Selim'in , Süleyman'ın mezarlarını , ecdadının ebedi abideleri olan camileri , türbeleri bırakıp çıkacak içinizde bir erkek var mıdır? Ben tasavvur edemiyorum. Çıkmayacağız. Bırakmayacağız'' Nakiye Elgün Hhanım 1935 yılında Edirne Milletvekili seçilmiştir. 

                Adile Onbaşı : 

        Tarsuslu Adile diye Adile Onbaşı , arkadaşları arasında ''Tarsuslu Kara Fatma'' olarak da bilinirdi. 8-10 kişilik milis kuvvetleriyle Afyon Savaşına katılmıştır. Tarsus'un kurtarılmasında da büyük yararlılıklar göstermiştir.

               Asker Saime :

        Milli Mücadeleye fiilen katılmıştır. Savaşta silah kullanmış ve yaralanmıştır. İzmir'in işgali sırasında mitingde yaptığı konuşma yüzünden tutuklanmıştır. Tutukluluk hayatı sona erince Milli Mücadeleye katılmış ve yaralanmıştır.Savaştan sonra İstiklal Madalyası almıştır. Ülke düşman işgalinden kurtulduktan sonra ise İstanbul Lisesinde Edebiyat Öğretmenliği yapmıştır.

               

               Bitlis Defterdarının Hanımı :

       Kahramanmaraş'ta düşmana karşı verilen mücadele de en fazla yararlılık gösteren kadınlarımız arasındadır. Kayabaşı(Kabaili)  Mahallesi'nde evinden açtığı mazgaldan Fransızlara ateş ederek 8 düşmanı öldürmüş ve sonra da milis kuvvetlere katılmıştır.
      Sayın Yalçın Özalp Mustafa Kemal ve Milli Mücadelenin ilk zaferi adlı eserinde olaya ait Maraş Vilayeti Raporunu yayınlamış ve olayı da anlatmıştır.

              Yirik Fatma :

         Gaziantep'te Fransızlara karşı veriken savaşta ( 1 Nisan 1920-8 Şubat 1921) direniş teşkilatına katılmak isteyen Yirik Fatma , birliğe katılmasını istemeyenlere karşı '' Benim kanım sizinkinden daha mı şirindir'' demiş ve direnişçilere katılmıştır.

             Nazife Kadın :

         9 Mart 1922'de Çanakkale Bigadiç civarını kuşatan Yunan Ordusu Komutanı Türk Askerine ekmek yapıp götüren Nazide Kadın'dan bilgi istemiş , ancak o bilmediğini , bilse de asla söylemeyeceğini ifade etmiştir. Bunun üzerine Yunanlılarca fırına atılarak şehit edilmiştir.

             Faika Hakkı :

        Erzurum'da toplanan ''Şark Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti''nin (Temmuz/Ağusstos 1919) de etkisiyle kadınları protesto eylemlerine davet etmiştir. 1919 Kasım ayında Erzurum Kız Lisesi Müdiresi Faika Hakkı , Muradiye Camii'nde toplanan kadınlara hitaben yaptığı konuşmada , onları etkin eyleme davet etmişti. Onun teklifi ile İstanbul'u işgal etmiş olan İtilaf Kuvvetleri temsilcilerine ve ABD Senatörlerine tepki telgrafları çekilmişti.

              Naciye Hanım: 

       20 Mayıs 1919 tarihinde İstanbul Üsküdar'da düzenlenen mitinge katılmıştır. Söz alarak bu vatan savunmasında kadınların da erkekler gibi mücadele içerisinde olacağı konusunda teminat vermiştir.


             İzmirli Ayşe Hanım : 

       Yunan'ın İzmir'e girmesiyle beraber Milli Mücadele yerini alan Ayşe Hanım i İzmir'in Yunanlıların eline düşmesiyle Aydın'a geçer. Aydın da kahramanca dövüşen Ayşe Hanım burada büyük oğlunu şehit verir.
        1. ve 2. İnönü Savaşlarına katılan Ayşe Hanım bu savaşlarda da küçük oğlunu şehit verir.Sakarya Meydan Muharebesi'ne de katılan Ayşe Hanım burada kasığından yaralanmıştır. Tedavi görüp iyileştikten sonra müfrezesine katılmıştır.

             Kara Fatma Şimşek :

       Yahya Bey'in kızı olan Kara Fatma Şimşek'in asıl adı Yemine Vardarlı'dır. 1921-1922'de ''Fahri Milis Üsteğmeni'' rütbesiyle Kocaeli Grubu Mürettep Süvarisi emrindeki Müstakil Müfrezesi'nde görev yapmıştır. İstiklal mıntıkasındaki mücadelelere katılmıştır.

             Sultan Hanım : 

       Adana bölgesinde çarpışan direniş güçleri geçici olarak Toros Dağları'na geri çekilirken , Sultan Hanımda inekleriyle beraber onlara katılmıştır. Çete dağda kaldığı süre boyunca ineklerinden sağdığı süt ile Türk Askerlerini beslemiştir. Herkes ona büyük bir sevgi ile  ''ana'' diye
çağırmıştır.

            Satı(Hatı) Çırpan : 

       Ankara'nın Kazan ilçesinde doğmuştur. Kurtuluş savaşı yıllarında cepheye silah ve cephane taşımıştır. Millet Mekteplerinde okuma ve yazmayı öğrenmiştir. 1934 yılında Atatürk'ün kadınlara seçme ve seçilme hakkı vermesiyle önce Köy Muhtarlığı yapmış ardından da Ankara Milletvekili olarak meclise girmiştir


Hatice Gürkey : 
Sivas'ta 1888 yılında doğmuştur. Savaştan sonra öğretmenlik ve milletvekilliği yapmıştır.

Seniha Hizal : 
Adapazarın'da 1897 yılında doğmuştur. Öğretmenlik , müdürlük ve müfettişlik yapmıştır. Milletvekili olarak mecliste'de görev yapmıştır.

Esma Nayman :
İstanbul'da 1899 yılında doğmuştur. Bir süre öğretmenlik yapmıştır. Adana Belediyesi meclis üyeliği ve Belediye Katipliğine seçilmiştir. Seyhan milletvekili olarak da meclise girmiştir.

Hatice Özgener : 
Sivas'ta 1865 yılında doğmuştur. Öksüzler yurdunda görev yapmıştır. Çankırı milletvekili olarak meclise girmiştir.

Bediv Movova : 
Öğretmenlik ve Bolu Belediye Meclis Üyeliği yapmıştır. Konya milletvekili olarak da meclise girmiştir.

Meliha Ulaş :
Öğretmenlik yapmıştır. Samsundan milletvekili olarak Meclise girmiştir.

Fakihe Öymen :
Öğretmenlik yapmıştır. İstanbul Milletvekili olarak meclise girmiştir.

İnönü Savaşına katılıp Madalya alan 12 kadından isimleri tespit edilenler. :
Ali kızı Alime , Hacı Osman kızı Fatma , Besim kızı Şükriye , Musa kızı Fatma , Veli Onbaşı kızı Ayşe , Molla İbrahim kızı Fatma , Ali kızı Ayşe , Molla Hasan kızı Fatma




Sözlerimizi yine Mustafa Kemal Atatürk'ün sözleriyle bitirmeyi şeref görüyoruz.

                          "Kahraman Türk kadını!                                    
                        Sen yerlerde sürünmeye değil,                               
                omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın."                      



Fevziye Abdullah TANSEL: İstiklâl Harbi’nde Mücahid Kadınlarımız
Prof.İlknur GÜNTÜRKÜN KALIPÇI’nın yazıları
Attila İLHAN : Gazi PAŞA
Turgut ÖZAKMAN: Şu Çılgın Türkler
http://www.telekomculardernegi.org.tr/haber-990-istiklal-savasinda-kadin-kahramanlar.html
http://www.bolugundem.com/ulusal-kurtulus-savasinin-kadin-kahramanlarindan-kara-fatma-boluda-75844h.htm
Sinan Gökhan YAVUZ / Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Genel Merkezi Basın ve Halkla İlişkiler Masası 
http://www.tarihigercekler.com/turk-kadinin-tarihteki-ve-kurtulus-savasindaki-yeri.html
http://www.gazetebilkent.com/2014/08/10/kuvay-i-milliye-kadinlari/
“Atatürkçü olmak” C.A. Kansu
http://sdeviren1962.blogspot.com.tr/2015/02/kahraman-turk-kadini-nene-hatun.html
Kurtuluş Savaşının Elifleri (Nene Hatun, Hafız Selman İzbeli,Halime Çavuş ve Çete Emir Ayşe’nin yakınları ile yapılan röportajlar)(Milliyet, 30.08.2004)
Balkan,I. Dünya ve Kurtuluş Savaşlarında Türk Kadını/Aynur Durmuş
İstiklal Savaşımızın Kadın Kahramanları (Şahap Osman Aras/Yerel Gündem)
http://www.allaturkaa.de/forum/index.php?page=Thread&threadID=79264
http://www.guncelmeydan.com/pano/kurtulus-savasi-nin-kahraman-kadinlari-t34271.html
Kaynak: Yeniçağ, 25 Mart – 8 Nisan 2013
http://www.yenicaggazetesi.com.tr/kurtulus-savasinin-kahraman-kadinlari-82870h.htm
http://www.trenulukislasi.com/?pnum=35&pt=T%C3%BCrk+Kad%C4%B1n+Sava%C5%9F%C3%A7%C4%B1lar%C4%B1